Sıra dışı genişleme adımlarının atıldığı Mart toplantısının devamı niteliğinde olan toplantıda en dikkat çekici ayrıntı, Banka Başkanı Mario Draghi’nin “Bizi eleştirmeyin” çağrısı oldu. Draghi, Avrupa Merkez Bankası’na dönük eleştirilerin bankayı daha fazla adım atmaya ittiğini söyledi. Yani diyor ki, “güvenilirlik” sorgulanırsa, genişleme devam eder ve sonuç alamayız”. Draghi’nin bu çağrısının hedefi Almanya, çünkü ülkenin Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble yakın zamanda bankayı “olağanüstü problemler” yaratmakla suçlamıştı. Schaeuble’ye göre ultra düşük faiz oranları finansal sektöre ve tasarruf sahiplerine zarar veriyor.
Bu eleştirilerin temeli 2010 yılında başlayan ve Avrupa’nın büyük bölümüne yayılan borç krizi sürecinde yaşananlarda yatıyor. Almanya, o dönemde Avrupa Birliği’nin en iyi ekonomik performansını sergilemiş, ülkenin vatandaşları da “Neden sorumluluk sahibi olmayan ülkelerin yükünü biz üstleniyoruz?” diyerek kurtarma paketlerine tepki göstermişti. Kriz, bölgenin hem siyasi hem de ekonomik birliğinin sorgulanmasına neden olmuştu. ECB’nin en büyük sorunu diğer merkez bankalarından farklı olarak 19 ülke adına kararlar alması ve herkesi aynı anda memnun etmesinin imkansız olması…
Bölgenin siyasi ve ekonomik birliği son dönemde mülteci krizi nedeniyle tartışılmaya devam ederken ECB’nin adımlarını bu şekilde eleştirmenin ne kadar ve kime faydalı olacağı tartışmalı bir konu. Eleştiriler etkisini öngöremediğimiz negatif faiz uygulamasının ekonomiye zarar verip vermeyeceği konusundaysa tamam… Ancak açıklama popülist amaçlarla yapılmış gibi gözüküyor. Schaeuble’nin çıkışı akla “Almanya’nın bu çıkışı Merkel hükümetinin mülteci krizi ile kaybettiği seçmenleri yeniden kazanma hamlesi olabilir mi?” sorusunu getiriyor. Ülkede yapılan son anketlere göre Hristiyan Birlik'in oy oranı son 5 yılın en düşük seviyesine inmiş durumda.
Merkez Bankası bağımsızlığı sadece bugünün konusu da değil, uzun süredir tartışılıyor ve farklı görüşler ortaya atılıyor. Örneğin, Nobel ödüllü ekonomist Joseph Stiglitz’e göre merkez bankası bağımsızlığı her zaman daha iyi ekonomik performans anlamına gelmiyor. Diğer yandan şu anda FED’de başkan yardımcısı olan Stanley Fischer merkez bankalarının geçmişteki krizleri bağımsız olmadan aşmalarının mümkün olmadığı, enflasyonla mücadele için bağımsızlığın olmazsa olmaz olduğu görüşünde.
Bu konu uzun süre daha tartışılır ama içinde bulunduğumuz dönemin sıra dışılığını göz ardı etmemeliyiz. 2008 kriziyle para politikalarının dizginlerini eline alan finansal piyasalar merkez bankalarının bağımsızlığı, etkinliği ve yetkinliği tartışıldığı zaman acımasız olabiliyor. Tüm dünyada merkez bankaları piyasaların arkasına takılmış durumda. Draghi’nin de altını çizdiği gibi merkez bankalarının kararları sorgulandığı anda piyasalar tepki verebiliyor ve atılan adımlar, verilen mesajlar etkisiz kalabiliyor. Bu da finansal piyasa- para politikası ilişkisinde yeni normalin dikkat edilmesi gereken bir gerçeği.